Atilla Can Logo
EBRU SANATÇISIEBRU ARTIST

AKTÜEL / İSTANBUL 7 TEPE BİENALİ RÖPORTAJ

25 Aralık 2021

Bu kategoridekilerin tümü

İSTANBUL 7 TEPE BİENALİ RÖPORTAJ

Ebru sanatı gelenekten geleceğe aktarılırken en önemli kıstaslar neler olmalı?

Gelenek kavramına bakıldığında, geçmiş ile bağı olan, üzerinden en az üç kuşak geçmiş olan diye bahsedilmektedir. Yine başka bir deyişle gelenek denen kavram, birikimlerin ve anlamlı yığılmanın sonucudur diye tanımlanıyor. Ebru sanatında gelenek hususunu konuşuyorsak, düne bakıldığında sırları gizlenen, ebru yapılırken atölye kapılarının kapalı tutulduğu, hocanın çırağına sınırlı bilgi verdiği bu sanatta, birikim ve yığılmadan söz etmek pek doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Bugüne bakıldığında, yapılanların gelenek sayılabilmesi için de, üzerinden kuşaklar geçmiş olması, her türlü gereksinimin tamamlanmış, birikimin üst düzeyde, günümüz sanatçısına kalan bakiyenin ise, yeterli ve doygun bir seviyede olması gerekiyor.

Her geçen gün yenileşmenin, kural değişiminin olduğu, gelişim ve dönüşüm arifesindeki bu sanatın gelenek haline gelebilmesi için, öncelikle inşâsının bitmiş olması, ufak tefek rötuşlarının yapılıyor olmasından söz ediyor olmamız gerekiyor. Geçmiş dönem ustaları, bu sanatın karkasını oluştururken, yaşadığımız bu çağdaki sanatçılar, hararetle bir taraftan bu sanatın eksik tuğlalarını yerleştirirken, bir taraftan da bu sanatın dekorasyonuyla da uğraşmaktadırlar. Kanaatimdir, ebruda gelenek dediğimiz olgu, günümüzde yapılanlarla var edilmeye ve günümüz sanatçısı ile de geleceğin geleneği inşâ edilmeye çalışılıyor.

Geleceğin geleneginin inşa edildiği bu tarihi ve anlamlı süreçte, bu sanatı geleceğe aktarırken, elbette önemli kıstaslara ihtiyaç hasıl olmaktadır.

Ebru sanatında oluşmakta olan geleneği, geleceğe aktarırken, kişi merkezli yaklaşımdan uzak durup, doğruyu yanlıştan ayırt etmemiz, geleceğe doğru bilgilerin aktarılmasını sağlamamız en büyük görevimiz olmalıdır. Diğer kıstaslara bakacak olursak; ne olursa olsun, hangi çağda yaşıyorsak yaşayalım, geçmişe saygı duyup, geçmiş ile bağı koparmamak, ebru sanatı liselerde, akademilerde ders olarak okutulsa bile, usta-çırak öğretisinden vazgeçmemek, bu öğretinin yüzyılar sonrasına aktarılmasını sağlamak, bu sanatta içten gelen duyguları bastırmadan, kreatif bir düşünme yetisi kazanarak, saplantılı ve dramatize edici durumlardan uzak durarak, tekrardan kaçınarak, sanatı zanaatlaştırmadan, yeniliklere açık, bilime ve çağa uygun davranmak gerekiyor.

Yine ebru sanatının konseptinden, etkilerinden ve diğer sanatlara göre farklılığından dolayı da, hoşgörüyü, hürmeti bu sanatın kalbinin tam ortasına koymak, bu sanatın ilkelerinden, kıstaslarından olmalıdır.

 

Ebru sanatının dünya sanatı içindeki yerini nasıl tanımlarsınız?

Ebru sanatına başladığımda bu sanatın; ebr, ebre, ebri, abru, marbled paper,varak ül mücezza, Türk kağıdı gibi çok isimleri olduğunu fark ettim. Aslında en ilginç olanı da bu sanata verilen isimlendirmelerden birinin de ‘’Kaybolmakta Olan Sanat’’ olduğunu öğrenmiş olmamdı. Usta sanatçıların bile tepki vermediği, alışıldık bir tanımlamaydı kaybolmakta olan sanat.

Bu sanatı tanımaya, öğrenmeye, bu sanatın içine derinlemesine girmeye başladığımda, ebru sanatının çok büyük bir gücünün,  çok büyük bir cazibesinin olduğunu hissettim. Bu sanatta gördüklerim, yaşadıklarım bir tutku, bir aşk haline dönüşünce de, haliyle ebruya yakıştırılan kaybolmakta olan sanatımız cümlesi beni iyide iyiye irrite etmeye başladı. Bu sanatın denklemini çözmek adına, can hıraş mücadele edip, güzeli aramaya çalıştığım zamanlarda bu sanatın avuçlarımızın içinden kaybolup gideceğini görmek, beni hem üzüntüye ve hem de aynı zamanda bir arayışa sürükledi.

Size soruyorum kim tutkunu olduğu bir sevgilinin gözünün önünde erimesine, yok olmasına müsaade edebilir? Ya da kim kaybolmakta olana bir yatırım yapar?. Bu sanatın yatırımı en kıymetli varlığımız, ömrümüz. Düşünsenize bir ömür ve o ömür ile yitip yok olacak bir sanat. Bu bana hiç de mantıklı gelmedi.  Hemen hemen her gün diyebilirim,  bu sanatın kaybolmamasının, ebru sanatının dünyaya anlatılmasının, dünyaya tanıtılmasının, resmi makamlarca tescil edilmesinin, gelecek kuşaklara aktırılmasının, bu sanatın korunup kollanmasının nasıl yapılabileceği hususlarında kafa yorarken, bir gün tüm bu isteklerimin tek bir çözümü olan, dünyada bir günün ebru günü olarak kutlanması olacağı fikri aklıma geldi.Bu fikir çok kapsayıcı ve istediklerimin bütünüydü adeta. Bu fikrimi geliştirip, söze, yazıya döküp akabinde; Birleşmiş Milletler’e, Unesco Paris’e, Türkiye Unesco Milli Komisyonu’na, Kültür Bakanlığı’na, sanatçılara, sanatseverlere aktarmaya başladım. Büyük bir çaba ve uğraş sonunda 2014 yılında dünyada ilk kez bir Türk sanatı, Unesco Paris’te ayakta alkışlanarak dünyanın ortak mirası oldu, koruma altına alındı.

Şu an 195 ülkenin envanterinde ebru sanatı mevcut. Bu ibare de bize, ebru sanatının dünya sanatları arasında evrensel bir sanat olarak, hiç sönmeyecek genç bir yıldız gibi parladığını, sonsuza dek insanlara ışık saçacağının işaretidir. Dünyanın dört kıtasında ebru sanatını icra etmiş, dünyanın diğer sanatları ile karşılaşmış, çoğu sanata bire bir dokunmuş biri olarak söyleyeceğim söz, diğer tüm sanatlar içinde; farklı yapılış tarzı, pozitif etkileri, cezbedici ve dikkat çekici özelliği ile ebru sanatı, tıpkı dünyanın en parlak yıldızı gibidir.

Başınızı gökyüzüne doğru çevirdiğinizde milyarlarca yıldız görürsünüz. Ancak siz, dünyanın neresinde olursanız olun gökyüzünün en parlak yıldızı olan sirius sizin dikkatinizi çeker. Diğer yıldızlarda olmayan renk değiştirme özelliği ile siriusun, tıpkı ebru sanatına benzediğini de görürsünüz. Gökyüzünde tüm yıldızlar arasında sirius ne ise, dünya sanatları arasında da ebru sanatı odur. Ebru sanatı sonsuza dek, dünya sanatları arasındaki en parlak sanat olarak kalmaya devam edecek, ışığını insanlardan esirgemeyecektir.

Yeditepe Bienal’inin ebru sanatının günümüz kültür kamuoyumuzdaki yerine etkileri neler olacaktır?

Yeditepe Bienal’inin sadece ebru sanatının günümüz kültür kamuoyumuzdaki yerine değil, aynı zamanda bir ülkenin gelişmişlik kriterleri kategorisine de etkisi olacaktır. Kadim bir geçmişe sahip olan bir Türk sanatı olan ebrunun, geleneksel kıyafetleri ile günümüz farklı disiplinlerdeki sanatlarla aynı ortama davet edilmesi ve kendini ifade etmesini çok anlamlı buluyorum. Özellikle Yeditepe Bienali’nin sadece Türkiye’de değil, yurt dışından da ilgi görmesi, sanatlarımızın, kültürümüzün tanınması ve yaygınlaşması açısından olduğu gibi, ülkemizin de geleneksel sanatlara değer verdiğinin kanıtı olarak tarihte yerini alacaktır. Yıllarca kitap aralarında, karanlık raflarda gizli, saklı ve öksüz kalan ebrunun, gün ışığına çıkması, tavrı, tarzı ve renkleri ile ortama zenginlik katması, sanatlarımızın ifade edilmesi açısından önemlidir.

Çerçeve temasının eserinizle etkileşimi adına neler söylersiniz?

Ebru, çok enteresan bir sanat. Bu sanat, adına tekne dediğimiz, içine kıvam arttırıcı koyduğumuz ve tıpkı bir çerçeveyi andıran bir kap içinde yapılmakta. Bu çerçeve ki, içinde yaşamın temeli su olan, canlı ve hisseden bir madde ile dolu. Çerçeve biçimindeki ebru teknesine baktığınızda, teknenin öte tarafında bir silüet daha görürsünüz, tıpkı bir ayna gibi. Kendiniz teknenin dışındasınızdır ama, aynı zamanda da içinde ve karşısında. Siz boyalarınızı suya damlatırken, size benzeyen silüette sizi taklit ederek, eşgüdümle oda boyasını suya damlatır. Boyalar aynı renkte ve aynı oranda su yüzeyinde açılır. Siz sağ elinize aldığınız bizle boyaya şekil vermek isterken, karşıdaki silüet sol elini kullanır, sizi bire bir taklit eder. Siz onun gözlerine baktığınızda, o da gözlerini kaçırmaz size bakar. Nihayetinde ebru tamamlanır, kağıt su üzerine yatırılır, su yüzeyindeki desen kağıda geçer, bir müddet sonra kağıt hafifçe sıyrılıp tekneden çıkartılır. Tekneye yatırdığımız beyaz kağıt, çok renkli, çok güzel bir ebruya dönüşmüştür artık.

Sanatçı eserine baktığında, büyük bir enaniyetle ‘’Ben yaptım’’ der. Ama o da ne? Bu ebruda bir tuhaflık var. Ben çiçeği sağa doğru eğik yapmışken, kâğıtta çiçek sola doğru eğik. Sanki inadına ve hükmedeni hatırlatırcasına, yapılan tüm hareketlerin tersi istikametinde oluşan desen kâğıdın yüzeyinde olduğunu görürsünüz. Büyük bir şaşkınlıkla pe ki bu nasıl olabilir? ben bunu böyle yapmamıştım ki!!.. derken, çerçevenin içine baktığınızda o silüetin sessizce orada olduğunu, sizi gözlemlediğini görürsünüz. O an anlarsınız her şeyi. Ben yaptım dediğiniz ebruyu, aslında çerçevenin içindeki, çerçevenin ardındaki yapmıştır.  İşte o an idrak yetiniz artar, varlığınız yalan olur. Yokluğun içinde var olduğumuzu sanırken, aslında varlığın içinde yok olduğumuzu anlarsınız.

 Bienaldeki eseriniz nasıl bir süreçte ortaya çıktı? Sizi etkileyen durumlar ve unsurlar neler oldu?

Bir gün elime bir kitap aldım, üzerinde ‘’Fîhi Mâ Fîh’’ yazıyordu. Birden içim ürperdi. Sayfalarını karıştırırken Fîhi Mâ Fîh’in bende tarifsiz bir heyecan uyandırdığını fark ettim. Anlamını araştırdığımda ise ‘’ Ne varsa O’ndandır ’’ diyordu. Anlamını defalarca okuyunca, daha da bir derine indiğimi hissettim. Bu hislerin karşılığını ise ebru sanatından bir çiçek ile birleştirmem gerektiğini düşündüm. Kültürümüzde ve dünyanın birçok kültüründe, güle anlam yükleme, güle kıymet verme, tam da Fîhi Mâ Fîh’in karşılığıydı. Ben de bu duygularla, su üzerine, gül suretinde ‘’Ne varsa O’ndandır’’yazdım. Eser de böyle bir süreçte ortaya çıkmış oldu.

 

 

Site içeriği kopyalanamaz, link verilmeden başka yerde yayınlanamaz.
web tasarım ve programlama deSen